Bizim uzaktaki hayal sehrimiz olarak yaziliyor günümüz Mardininin hikayesi. Bir zamanlar sahip oldugumuz bin bir tadin ve lezzetin bakiyesi dahi onu bir cekim merkezine, turistik gezilerin olmazsa olmaz ugragina dönüstürüyor. Oysa Mardin bundan cok daha fazlasiydi. Insaniyla, dilleriyle, yapilari, ibadethaneleri, türlü rayihasiyla günesin sofrasinda bir bereketler diyariydi. Yemekse, neleri yitirdigimiz ya da elimizde dünden nelerin kaldigini kesfetmek icin nice imkan saglayan bir araci. Cocuk yasta ayrilmak zorunda kaldigi Mardinin belleginde yer etmis kokusunu yemekler yoluyla Istanbula, evinin mutfagina tasiyan ve hafizasindan hic cikmayan memleketini orada yeniden insa eden Nadya Sener, Mardin Bereketinde bizi sofrasina davet ediyor. Süryani kadinlarin emegiyle pisen onlarca yemegi tarifleriyle günümüze tasiyan Sener, ilk kez cocuklugunda tattigi, aklinda ve damaginda yer etmis yemekleri hikayeleri ve etrafinda örülü yasantiyla birlikte anlatirken Mardin gözlerimizin önünde tüm nefasetiyle arzi endam ediyor. Iste orada hepimiz az biraz Mardinli oluyoruz, her birimizin memleketi de az biraz Mardin Halil Ibrahimin bunda bir payi var mi bilinmez ama isin sirinin Nadya Senerin elinin bereketinde oldugu muhakkak.